13 Ocak "Serê salê”ydi. Ve tam bir bayram edasında kutlanırdı. Yemekler yapılır, tatlılar hazırlanırdı.
Sonbaharda hazırlanan kuru kış yiyecekleri özenle kilerlerdeki sığınaklarından yeşil sırlı küplerinden çıkarılır. Ve o özel yılbaşı gününe hazırlanırdı. Hikayeler anlatılır, tombalalar çekilirdi.
Bir halk kültürü ve yerelin öznelliğiyle kutlanıyordu yılbaşılar. Daha çok çocuklar olmak üzere, yetişkin kadın ve erkeklerin kılığına girerlerdi. Yüzlerini de kömür karası ile boyarlar, sakal bıyık yaparlardı. Eski Diyarbekir evlerinin kapılarına dayanırlardı, ağızlarında tekerlemeleriyle;
"Serê Salê / binê salê
Pîr qurbane / xortê malê”
Eski yılın son gününü yeni yılın ilk gününe bağlayan bu gecede evin yaşlısı, delikanlıya kurban olsun. Ya da;
" Serê salê / binê salê
Xwedê bi hêle / Pisînga binê manqalê."
Dilekler ne kadar yerellik kokuyor ve ne kadar içten. İşte bu Kürtçe dileklerle çocuklar kapıya dayanırlardı.
Ne mi olurdu? Merak ettiniz değil mi? Elbette, "Şakşako"su (kapı tokmağı) çalınan kadim şehrin evlerinin kapıları mutlaka açılırdı. Zaten bir çoğumuz da gecenin o vaktinde "Serê Salê" tarafından çalınan kapının heyecanını yaşamak isterdik.
Aksine bir şeyler istiyorlardı bizim serê salê'lerimiz. Ve vermek gerekiyordu tabii ki. Hele bir de hazırladığımız tatlı ve yiyeceklerden ya da biraz para vermeseydiniz. Cayırtı o zaman kopuyordu işte. Serê Salê boylu boyunca uzanıveriyordu yere. "Hawar ez mirim", imdat ben öldüm deyip yerde debelenerek hediyesini almadan gitmezdi.
İşte yılbaşılar böyleydi eski Diyarbekir'de. Değerlere sahip çıkmanın bir nedeni de belki kendini, kimliğini koruma ve sürdürme içgüdüsü müydü, ne?
Gözyaşlarımızı da sevinçlerimizi de doğduğumuz ve yaşadığımız topraklar hak ediyordu. Tabii ki iletişim teknolojisi ve görsel medya bizi esir almadan önce.
Zaman çok mu geç eski değerleri yaşatmaya, elbette değil. Belleklerde yaşıyorsa yaşatılabilir kültürler.